YOLİSLAM......
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
YOLİSLAM......

islami paylaşımlar, şiirler, islami yazı.......
 
AnasayfaAnasayfa  PortalPortal  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Taş taş değil; bağrındır taş senin*

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
gassal
Yeni Üye
Yeni Üye



Mesaj Sayısı : 8
Kayıt tarihi : 20/02/08

Taş taş değil; bağrındır taş senin* Empty
MesajKonu: Taş taş değil; bağrındır taş senin*   Taş taş değil; bağrındır taş senin* EmptyÇarş. Şub. 20, 2008 8:37 am

Taş taş değil; bağrındır taş senin* Kalp
Sessizliğe sarılmış bir çığlıktır taş. Katılığının kuytularında adı sanı bilinmeyen, ele avuca gelmeyen utangaç bir yumuşaklığın tebessümünü saklar. Taşın kaderidir katılık. En başından, “Katı ol!” emrini almıştır. Katılığını bu karşı konulmaz çağrıya icabette gösterdiği sonsuz yumuşaklığın koynunda besler.

Soğukluğunu bu itirazsız boyun eğişin ateşinde pişirir. Susar taş; suskunluğuna sarılır. Katı kalır; katılığına katlanır. İçinde kıvrım kıvrım akan “Katı ol!” emrinin yokuşlarına kadife olup uzanır. Kalbinin derûnunda durmaksızın çağıldayan “Sessiz kal!” sözünün pınarından yudumlanır. Bir sırrı saklar gibi saklar içinin içini. Kendisiyle Yaradan’ı arasındaki ahde bağlılığı adına katılıkla utandırılmaya, suskunlukla suçlanmaya, soğuklukla kınanmaya razı olur. “Kınayanların kınamasına aldırış etmeyen bir ‘teslim olmuş’tur...” taş. Katılığı teslimiyetindendir.

Ve aslında sadece bir kezliğine içinin yumuşağını açık etmesine izin verildiği o günü, Mûsa’nın [as] âsâsının dokunup kalbinin katılığını parelediği günü özlemektedir. İşte o gün, sadece o gün, istendiğinde yumuşayabileceğini gösterme fırsatı doğmuştur. “Sert ol!” emri karşısında gösterdiği sonsuz yumuşaklığı “Yumuşa!” “Parçalan!” “Ağla!” emrine karşı da gösterebileceğini kanıtlamıştır. O günden sonra da katılığına katlanmayı, soğukluğuna sarılmayı, sessizliğiyle dertleşmeyi sürdüregelmiştir.

Taş, nasıl mahcup yumuşaklığını içine doğru sarkıtıp suskunca saklıyorsa, biz de içimizde emanet duran yumuşaklığı dışımıza doğru taşırıp taşlaştırıyoruz. Tenimizden başlayıp az öteye uzanan yakın çevrede hafif peltemsileşiyor o şeffaf yumuşaklık. Mahallenin sınırlarını aşınca kemikleşmeler başlıyor. Şehrin dışına çıktığında, hele de ülke sınırlarının ötesine geçtiğinde, kalbin yumuşaklığı tunç bir katılığı şal diye omuzlarına atıyor, heykelleşiyor. Öyle heykelleşiyor ki bu katılık; onu üzerimizde utanılası bir şey gibi görmekten vazgeçer, övünerek sergiler hale geliriz.

Huzurumuzu bu heykelin katılığına borçluyuzdur. Öyle ki hiçbir rüzgârın heykelin yüzünü buruşturamayışıyla övünürüz. Taşlaşmadır yaşadığımız: “Kalbi olan” adamdan, “kalıbıyla olan” adama doğru düşeriz. Kalbimizin incecik fısıltılara açık zarına rağmen sağırlaşırız. Kalbimizin gizli saklı iç geçirmelere duyarlı gözbebeklerine rağmen körleşiriz. Taş nasıl içine doğru baktıkça gizli bir yumuşaklığı ninniliyorsa, biz de dışımıza aktıkça taşlaşır, taş olarak taşarız. Taşın içine doğru büyüyen sancılarının aksine, biz, dışarı doğru derin bir anestezi ile amansız bir vurdumduymazlıkla taşarız.

Huzurumuzun hudutlarını sağırlıklar bekler. Unutkanlıkları, alışkanlıkları, alışılmışlıkları, inkârları siper edinerek derinleştiririz vurdumduymazlığımızı. Körlüklerden kaleler yaparız sükûnetimizin etrafına. Yokmuş gibi davranarak, hiç olmamış varsayarak katılaştırırız zavallı yumuşaklıklarımızı.

Sanki Bağdat’ta bebeler ve anaları ansızın odalarına giren füzelerin alevinde kavrulmuyormuş gibi gelir bize. O sayede, taş bir heykel gibi tebessümümüzde eksilme olmaz. Sanki uzaktan duyulan bir ambulans sireni kimsenin can pazarının çığlığı değilmiş gibi yudumlarız suyumuzu. Öylece tunç bir heykel gibi bileğimizde akan kanı dondururuz. Rutindir trafik kazası haberleri; ölenlerin sanki bir yerlere yetişme özlemi yokmuş gibi, sanki ölenler kimsenin babası, anası yahut yavrusu değilmiş gibi gelir. Eksilenin insan olduğunu unuturuz. Öylece taş gibi düşeriz, çökeriz yaşamanın gölüne, sızıları dışarı atarız.

Hani denir ya: “Kalıbımı koyarım ki…” “Kalbimi koyuyorum…” da diyebilir miyiz? Kalbini… Üzerine bombalar yağdırılan insanların göğsüne kalbini koyabilir misin? Hiç hak etmediği halde, hiç beklemediği halde sıradan bir kaza haberine konu olan baba ve kızının parçalanmış bedenlerine koyabilir misin kalbini? Kalbinin her kıpırtısında var-yok arasında gidip gelen bir adamın hayatın kıyısındaki pişmanlıklarını sızdırabilir misin kalbine?

Kalbini de koyabilir misin? Buraya… Hiç olmazsa taş gibi… Sessizliğine sarılmışlığın çığlığıyla, katılığına katlanmanın sancısıyla… Göğsünde taşıyabiliyor musun kalbini?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Taş taş değil; bağrındır taş senin*
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
YOLİSLAM...... :: İSLAMİ DAVA........ :: Dini Konular....-
Buraya geçin: